Sapanca Hakkında

Sapanca’nın Tarihi Yerleri


Bizans devri lahit ve mezar taşları

Bizanslılar döneminden kalma lahitler Sapanca Hükümet Konağı önünde sergilenmektedir. Lahitlerden ikisi 1976 yılında İlmiye Köyü yakınlarında, diğer ikisi ise 1987 yılında TEM Otoyolu’nun yapım çalışmaları sırasında bulunmuştur. Ayrıca Kurtköy Köyiçi mevkiinde Bitinyalılar dönemine ait son kralın saklanmak için yaptırttığı kalenin kalıntıları mevcuttur.

Rahime Sultan Camii ve Rahime Sultan Tuğrası

Sultan Abdülmecit’in 4. hanımı Rahime Sultan tarafından 1892 yılında yaptırılmıştır. 1967’de onarım görmüştür. Özgün yapısını büyük oranda koruyan caminin 17 Ağustos depreminden sonra minaresi hasar görmüştür.

Vecihi kapısı

Elde kesin bir bilgi bulunmamakla beraber Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı söylenen Kemer’in bulunduğu yerden İpek Yolu’nun geçtiği rivayet edilir. Kemer birkaç kez onarım gördüğünden bugün sadece ana gövdesi tarihi eser niteliğindedir. Kemer’in ilk onarımı 1905 yılında orijinal yapısı korunarak Sapanca’da Nahiye Müdürlüğü yapan Yanyalı Vecihi Orhon tarafından yapılmıştır.

Rüstempaşa Camii

Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve veziri olan Rüstem Paşa tarafından 1555 yılında Mimar Sinan’ın kalfalarına yaptırılmıştır. İlçe merkezinde bulunan camii zaman içerisinde bazı tadilatlar görmesine rağmen halen ibadete açıktır.

Cami Cedid Camii

Çarşı içinde bulunan camii 1899 yılında yaptırılmıştır. Bu cami isminden de anlaşıldığı gibi Cami Cedid Mahallesi’nde yer almaktadır ve son yıllarda yapılan tamiratlarla çok güzel bir hâl almıştır.

Hasan Fehmi Paşa Camii

Osmanlı Veziri Hasan Fehmi Paşa tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır. Sapanca’ya 3 km. uzaklıkta Mahmudiye köyünde bulanan camiinin içi çok güzel işlemelerle süslüdür.

Sabancı Baba

Bir zamanlar Sapanca Gölü’nün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı’nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden Eren Dede, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse “buyurun” dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış. Bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir Sapancı’nın iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra Sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı: “Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı’ya niyaz ediyordum” demiş.

Derviş memnun, başköşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı’dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin âhı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mâl olmuş. O günden sonra, bu koca göle “Sapanca” adını vermişler.